BEŞERİ SERMAYE VE TÜKENMİŞLİK SENDROMU

Japonya, uzun çalışma sistemine 2. Dünya savaşının enkazından sonra milli bilinç olarak geçti ve ülke olarak gerçekten hazin bir durumdan müthiş bir potansiyele eriştiler. Memurundan işçisine bilim dünyasından en asgari koşullarda çalışan kesimlerine kadar sorumlu davranarak bir milletin çalışması ve başarısı olarak dünya tarihine geçtiler.

2015 yılında bir reklam şirketi çalışanı aşırı fazla çalışmaktan bunalıma girip intihar etti. Son olayla birlikte Japon hükümeti bazı tedbirler alma gayretine girişti. Her ayın son Cuma günü mesai saatinin 15:00’te sona erdirilmesine gidildi. Hükümet firmalardan çalışanların yıllık izinlerini kullanmaları konusunda teşvik etmelerini istiyor. İstatistikler gösteriyor ki çalışanların yüzde 35 yani üçte birinden fazlası 20 günlük yıllık izinlerinin hiçbirini kullanmıyorlar. Ölesiye çalışma diye bir kelime bile türetmişler: karoshi.

Bu oldukça tehlikeli bir olgu. Çalışmayı milli bir bilinçlenme olarak yansıtmak güzel bir şey ama insanları mahalle baskısı oluşturarak veya oluşturulmasına vesile olarak intihar dalgalanmalarına sürüklemek bir toplumun uçurumun kenarına itilmesi olur ki bu ifrat tefrit skalasında istenmeyen bir totolojidir.

OECD’nin yayınladığı bir araştırmaya göre yıllık çalışma saati azlığı sıralamasında 37 ülke arasında 2257 saat ile Meksika 35.sırada ve Almanya 1356 saat ile birinci sırada. Türkiye 1832 saat ile 25. Sırada.

Bu rapora bakıldığında Almanya 44.470 dolar ile kişi başı gelir durumunda birinci sırada. Türkiye 10541 dolar ve Meksika 8903 dolar ile daha gerilerde.

Çok çalışmak eşittir çok para kazanmak demek değildir. Verimli çalışmak her zaman için daha önemlidir. Bu dünyaya sadece çalışmak için gelinmedi ve dinlenmek, dinlenebilmek de insanların en doğal hakkıdır. Çalışırken de kaliteli çalışmayı dinlenirken de kaliteli dinlenebilmeyi insanın ve milletlerin alışkanlığa dönüştürmesi gerekir.

Günün 24 saatinde 18 saatini verimsiz çalışan bir öğrencinin aynı duru beyinle aynı berrak zihinle dersine odaklanabilmesi mümkün değildir. Odaklanabilmenin fiziksel ve ruhsal dinlenmeye bağlı olarak doğru orantılı oluşunu hesaba katarsak sistemlerini geliştirebilmiş ülkelerin, şirketlerin başarılı oluşu rastlantı değildir.
Gelişmekte olan ülkelerin ve şirketlerin içinde boğuldukları girdap da sanki burada yer almakta. Çalışanlarının suyunu çıkartırcasına dinlenme nedir bilmeksizin “para veriyorum ukalalığı” ile adamın canına okuyup “git uyu geri gel” diye çalıştırmak ne şirkete ne de ülkeye uzun vadede getiri sağlamaz. Çünkü bir şirketin sisteminin içinde en büyük pay sahibi çalışanların kendisidir ve çalışanları memnun edemezseniz arayış içinde size faydalı olmalarını bekleyemezsiniz ve sürdürülebilir sisteminizin en büyük sorunu olarak çalışanlarınızın memnuniyetsizliği sizi kalite ve hedefleriniz noktasında zayıflatır ve rakiplerinizle rekabet konusunda uzun vadeli hesaplara tutuşamazsınız.

Ralp Emerson’un sözünü anma vaktidir:

“yapılırken heyecan duyulmayan şeyler başarılamaz.”

Heyecan duyabilmenin temel ölçüsü özlemdir ve çalıştığı işi sevebilmektir.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki uzun çalışma saatleri insanın odaklanmasını kaybetmesine ve strese yol açıyor. Stres insanı fiziksel ve ruhsal açıdan yorgunluğa sevk ediyor ve tükenmeye doğru yuvarlıyor. Fazla çalışma fazla üretim anlamına gelmediği için siz insan kaynağınızı tüketmekle uzun vadede kaybediyorsunuz ve sürdürülebilir hedefleriniz baltalanıyor.

İnsanın odaklanma zamanı bir noktaya kadar yükseliyor ve üretkenlik ve yaratıcılık o noktadan sonra düşüşe geçiyor ve beşeri sermayeyi bu nokta sonrasında tüketmeye başlıyorsunuz.

Sürdürülebilir hedeflerimizin kararlılıkla sürdürülmesi için beşeri sermayenin değerini bilmemiz gerekmektedir. Tükenmeden ve stresin başımıza daha fazla bela açmasına izin vermeden çalışmayı, çalışabilmeyi inşallah sağlarız ve bu kronik oksimoron ölür.