YOKSULLUĞUN KALİTESİ

Yoksulluğun tarihsel kökenlerine inildiğinde pek değişmeyen sebep sonuç diyagramları görürüz. 18. Yüzyılda “kaba ve barbar”, 19. Yüzyılda “geri kalmış”, 20. Yüzyılda “az gelişmiş” aynı aşağılamanın aynı hor görünün sonucudur. 21. Yüzyılda “gelişmekte olan” dışlayışı devam edegelen bir mantalitenin dışavurumudur.

Yoksulluk kader midir?

Bunun net cevabını insanın varoluşsal histerisinin diplerine dalış gerçekleştirdiğimizde alabiliriz.

Toplum, ekonomik gücü dar elitlerin kucağına bırakır da “karın tokluğuna” felsefesiyle mücadeleye yanaşmazsa güdülmeyi belki asırlarca hak etmektedir ve artık bu bir kader-i mahkumiyetin tayinatı olarak varsayılmıştır.

İtalyan siyasetçi ve sosyolog Antonio Gramsci’nin şu sözü önemlidir:

Toplumu, mülk sahibi sınıfların çılgın ve kudurmuş güçlerinin sürüklediği ekonomik yıkım ve barbarlık uçurumuna düşmekten yalnızca işçi sınıfı kurtarabilir. İşçi sınıfı bunu kendisini yönetici sınıf olarak örgütleyerek siyasal alanda kendi diktatörlüğünü zorla kabul ettirerek yapabilir.”

Gramsci’nin burada kasdettiği sosyalizmin eşitlikçi yapısını ortaya koyabilmek adına bir manifestodur.

Gramsci bunu şöyle destekliyor:

“Sosyalizmi bu nedenle de bekliyorum çünkü ruhumuzda hiçbir karşılığı olmayan tüm bu yıl dönümlerini çöpe atacak, başkalarını uyduracaksa da hiç değilse atalarımızdan kayıtsız şartsız aldığımız günlerin aksine bize ait günler olacak.”

Yoksulluğun toplumların kaderi olamayacağını Avrupa’nın sanayi inkılabı ve Rönesans hareketleriyle de görebiliyoruz.

Toplumlar tükettikleriyle, tüketimin niteliğiyle zengin olmazlar. Aslolan ekonomik özgürlüğün ve üretim kapasitesinin dolgunluğu ve doygunluğudur.

Peki neden Almanya, ABD, Güney Kore dünya devi üretim kapasitelerine sahipken petrol zengini arap ülkeleri sadece tüketim kapasitesinde göz dolduruyor?

Amerika’da apple, amazon, facebook, MIT, Harvard gibi evrensel markaların varlığı tesadüf olabilir mi? Neden tüm zenginliğiyle petrol zengini ülkeler bir türlü Bosch, Mercedes, Toyota üretim kapasitesine erişemiyorlar?

Bu soruya paralel bir soru da şudur:

Neden bir profesör bilimsel araştırmalar, makaleler yazma geliştirme çabasında ancak çok zeki bir tüccar bilimsellikten uzak ticari döngünün çarkı olarak devrediyor?

Tüm bunların arka planında toplumların erişmiş olduğu psikolojik olgunluk ve doygunluk kapasitesi gelmektedir.

Ne iphone’un Amerika silikon vadisinden çıkması tesadüftür ne de petrol zengini arapların ticari bakımdan sadece tüketim ekseninde yer alması tesadüftür.

21. yüzyılın bize bağışladığı en önemli kazanımlardan birisi de tüketim varyasyonlarının daha da artmasıdır. Bunun insanın yaşam kalitesine mutlak etkileri mevcuttur ancak yan etkileri bakımından sakıncaları da bulunmaktadır. İnsanın teknolojiye aşırı bağımlı hale gelmesi mesela akıllı telefon bağımlılığı nomofobi diye adlandırılıyor ki toplumların akıl tutulmasını getiriyor ve kara delik gibi her yeni uygulama, sosyal medya toplumu içine çekiyor. Ailelerin düzenini baltalayan, toplumsal bir kara kedi olan nomofobi insanoğlunun kimyasını alt üst etti etmeye de devam ediyor.

Bu noktada başa dönelim.

Böyle bir toplum yapısının gelişerek üretim kapasitesi geliştirmesini beklemek salt teknolojinin getirdiği imkanlar dahilinde izin verdiği kadar gerçekleşir.

Bahsedilen toplumda ithal gelen birçok ürün ve araç bulunabilir ve bunlar da toplumu çok zenginmiş gibi gösterebilir. Ekonomik özgürlüğünü kazanamamış ve ithale dayalı tüketim oranı arttıkça satın alma gücü paritesi ne olursa olsun yoksulluğun kalitesi artmış olur ama 21. Yüzyıl kavramı olarak “gelişmekte olan” tuzağından kurtulamaz. Teknolojinin imkanlarıyla geliştirilen ekonomik format toplumun kaliteli yoksulluk yaşadığı, ufak-orta ölçekli sarsıntılarla ekonomik depremler, tsunamiler yaşamasına sebep olur ve baskın devletlerin baskısı ile tepesinde demoklesin kılıcının sallandığını gördükçe orta gelir tuzağından çıkamaz. Tüketim varyasyonlarının artması ile ülkelerin ve toplumların kamu ve özel sektör bazlı borçlanmaları artar ve gelişmiş ülke kategorisine ulaşamaz ve belki de ulaştırılmaz. Çünkü kapitalizm ortalarda yer alan bir ekonomiyi ön görmediği için dar bir zengin tabakasının karşısında geniş bir yoksullar sınıfını öngörür ve zengin elitler yoksulların orta gelir tuzağından kurtulabilmelerine fırsat vermez. Bilirler ki yoksulluk biterse kendileri de biter.